İki farklı pencereden 12 Eylül
‘Kafes' ve ‘Kanlı Postal', 12 Eylül askerî; darbesini konu edinen iki film. Mahmut Kaptan'ın yönettiği Kafes; ülkücü genç Mehmet Sipahi'nin yaşadıkları üzerine kurulu. Dursun Önkuzu'nun şehit edilmesinden Mustafa Pehlivanoğlu'nun idamına kadar geçen 80 kuşağının yaşadıklarına değiniyor. Kanlı Postal ise Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan işkenceleri konu ediniyor. Siyasî; görüşleri nedeniyle Yüzbaşı Esat tarafından ağır işkenceler gören mahkûmların yaşadıkları anlatılıyor. 12 Eylül darbesinin başındaki isim Kenan Evren, cuntanın tarafsızlığını göstermek için idamlarda ‘bir sağdan bir soldan' kuralına dikkat ettiklerini söylemişti. Biz de 12 Eylül'ün yıldönümünde yaşanmış hikâyelerden yola çıkarak darbeye ‘bir sağdan bir soldan' bakan iki filmin yönetmen ve oyuncusuyla konuştuk.
Kötü olan ne sağcılar ne de solcular
Nedir hikâye?
Film, Lütfü Şehsuvaroğlu'nun ‘Kafes' isimli eserinden yola çıkılarak yapıldı. 12 Eylül darbesi ilk defa farklı bir perspektiften ele alınıyor. Dursun Önkuzu'nun şehit edilmesinden Mustafa Pehlivanoğlu'nun idamına kadar geçen 80 kuşağının sağıyla soluyla dramına yer veriyoruz. Kafes, gençliğe reva görülen işkenceleri ve darbenin arkasındakileri farklı üslup ve sinema diliyle anlatırken, Elif ile Mehmet Sipahi'nin derin aşkını da işliyor. Bu aşkın kaynağı her ikisinin Niyazi Mısri şiirine olan tutkusu.
12 Eylül'e nereden bakıyorsunuz?
Tam olarak sağcıların içinden ya da solcuların tarafından bakıyor diye bir şey söylemek çok zor. Çünkü iki tarafın da yaşadıkları birçok farklı şekilde anlatılıyor. Ama ana karakterimiz İsmail Hacıoğlu'nun oynadığı Mehmet Sipahi, ülkücü ve vatansever biri.
Diğer 12 Eylül filmlerinden farkı ne?
Birçoğu hep bir tarafı karalayarak işledi bu dönemi. Ya sağcılar kötü oldu ya solcular. Bizim hikâyemizde gençlerin aslında ideolojik olarak farklı düşünceleri olsa dahi hepsinin bir kafeste tutsak olduğu gösteriliyor. En büyük farkı, genelde hep sol düşünceli karakterler üstünden işlendi dönem. Bu filmle birlikte ilk defa ülkücülerin içinden bir hikâye anlatılacak.
İyi sağcılar, kötü solcuların hikâyesi yok yani…
Tam tersi hikâyemizde aynı mahallede büyüyen sağcılar ve solcular var. Birbirini kollayan bir gençlik var hatta karşıt görüşlü kişilerin aşkına yer veriyoruz. Dönemin gerçeğini de tabii ki göz ardı etmeden yansıtmaya çalıştık. Aslında kötü olan ne sağcılar ne solcular, kötü olanın ne olduğunun cevabını da filmi izleyenlere bırakmak isterim açıkçası.
Bugüne kadar o döneme ağırlıklı olarak sol pencereden bakıldı. Kitaplarda, filmlerde…
Neden sağcılar bu konuda yetersiz kaldı?
Buna cevap verme haddini kendimde göremem açıkçası ama yönetmen olarak elimden geldiğince bu dönemi bu perspektiften anlatmaya çalıştım. Umarım bu ve buna benzer hikâyeler yaratmak isteyen hem sağcısı hem solcusu, propagandadan uzak filmler ve edebî; eserler yapmaya devam eder.
Nasıl bir arşiv çalışması yaptınız?
Etrafımızda dönemle alakalı birçok kaynak ve halen yaşayan birçok tanık var. Daha önce bu döneme ait birçok proje yaptığım için çok da zor olmadı filmi hazırlamak. Özellikle Lütfü Şehsuvaroğlu'nu ve Ankara'da o dönemi yaşayan birçok kişinin yaşadıklarını dinleyerek hazırlandık projeye. En büyük şansımız Ulucanlar Cezaevi gibi bir müzede çekimlerimizin hapishane bölümlerini gerçekleştirmemiz oldu. Cezaevinin kapısından girince zaten her yer o döneme götürüyor insanı. Hemen solda gördüğünüz darağacını, içeride o mahkûmların yattığı koğuşları gezince neler çektikleri gözünüzün önünde canlanıyor. Atmosfer sizi içine çekiyor.
Romana ne kadar sadık kaldınız?
Lütfü Şehsuvaroğlu'nun ‘Kafes' romanı ana hikâyemizi kapsasa da tabii ki bir kurmaca drama yaptık. Dönemi anlatırken ister istemez gerçek hikâyelerden yola çıkılıyor ama seyircinin filmi izleyince ‘Acaba bu karakter bu mu, diğer karakter şu mu?' demesinden ziyade, isimlerin önemi olmadan yaşanan olayları anlatmak ilk amacımız oldu.
Yaşanmışlıklar çekim sürecinde ekibi nasıl etkiledi?
Çekimlerde yanımıza gelen, o dönemi yaşayan kişilerin anlattıkları beni ve oyuncuları çok etkiledi. Belli güçler tarafından uygulanan psikolojik ve fiziki şiddetleri dinleyince yaptığımız işin sorumluluğu daha da arttı. Ve Ulucanlar Cezaevi zaten kapıdan girince herkesi o döneme götürdüğü için filmin çekimlerini bitirene kadar hepimiz o dönemde yaşayan ve bu olaylara maruz kalan karakterler gibiydik.
O dönemi yaşayan farklı görüşte biri filmi izlediğinde ne hisseder?
Bu filmi sadece sağcılar izlesin, ülkücüler gitsin kendisini görsün diye çekmedik. Sinema evrensel bir sanattır ve her görüşten kişinin izleyebilmesi için yaptık. Kişisel olarak benim en büyük beklentim solcuların da bu filmde kendilerini görebilmeleridir. Çünkü sağcısı solcusu hepimiz bu vatan için düşüncelerimizi çarpıştırıyoruz.
Önceki filmlere bakarsak, yönetmenlerin ideolojilerden arınarak 12 Eylül'ü anlattığını düşünüyor musunuz?
Her yönetmenin yaptığı filmde söylemek istediği birkaç cümle ve izleyiciye aktarmak istediği mesajlar vardır. Birkaç propaganda filmi dışında yönetmenlerin ideolojik görüşü çok da önemli değildir aslında. Sonuçta bu bir dramadır ve bu dramayı sağcı ya da solcu diye ayırmadan yapmak gerekiyor.
Ülkücülerin gözünden 12 Eylül'e bakan, Mahmut Kaptan'ın yönettiği ‘Kafes'in başrolünde İsmail Hacıoğlu, Turgay Atalay, Nilay Duru, Murat Ercanlı oynuyor.
Tarafsız bakıyorum diyenlere inanmam
Nedir hikâye?
Türkiye'nin kara tarihinden bir parça diyebiliriz. 1980 darbesindeki o meşhur Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkenceleri konu alıyor: Esat cezaevinde yüzbaşıdır, darbeden sonra hücreye atılanları terbiye etmekle görevlidir. Cezaevindeki tutuklulara siyasî; görüşleri, inançlarından dolayı ağır işkenceler yapar. Baskılara dayanamayan Hayri intihar edince dört arkadaşı kendilerini canlı canlı yakar. Mahkemede işkencelerin durması talebinde bulunan tutukluların istekleri yerine gelmediğinden ölüm oruçları başlar ve olaylar büyüyerek devam eder.
Film, 12 Eylül'e nereden bakıyor?
Biz elimizden geldiği kadar objektif olmaya çalıştık ama konu insan hakları olunca ister istemez tarafsızlığınızı bir kenara bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu darbeyle toplumumuz kalıplaştırılmak, apolitikleştirilmek istendi. İsyan edenler, karşı koyanlar çok ağır bedeller ödedi. Şiddetle, ölümle susturuldu insanlarımız. Biz filmde buna karşı koyanların hikâyesini anlattık.
Anlatılan hikâyenin ne kadarı gerçek?
Tamamına yakını gerçek diyebiliriz. Hatta bazı karakterlerin isimleri dahi aynı. Sadece görselleştirme, dramlaştırma kısmında işin sinema boyutu giriyor.
İşkenceler üzerinden ilerliyor film. Şiddet üzerine hikâye kurmak risk değil mi?
Evet, bu bir risk belki ama yaşanmışlıkları anlatmanın da başka bir dili yok. Sonuçta bunlar bizim gerçekliğimiz. Acı da olsa tarihteki tüm yanlışlarımızla yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum. Hedeflenen, şiddetin tüm gerçekliğini gözler önüne sermek. Tüm insanların içinde şiddete eğilim olduğunu düşünüyorum. Uygun ortamı bulduğumuz zaman içimizdeki vahşi benlik ortaya çıkıyor. Tabii bunu törpülemek, şiddeti ehlileştirmek bizim elimizde. Biz burada en ufak bir farklılığa tahammülü olmayan, düşünmenin anormalleştirildiği sığ beyinlerin şiddetini izleyeceğiz aslında.
Darbe döneminde Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananları konu edinen, Muhammed Arslan'ın yönettiği ‘Kanlı Postal'da Cansu Fırıncı, Mesut Akusta, Barış Kocak, Turgay Tanülkü rol alıyor.
Yaşanmışlıklar çekim sürecinde ekibi nasıl etkiledi?
Ben yaş itibarıyla o günleri yaşayıp görmedim hatta çekimi de Diyarbakır'da yapmadık. Ancak hikâyeyi okuduğunuz ilk anda o duvarlardaki soğukluk, acı içinize işliyor. Amacımız yaşanan duyguları, vahşeti tüm çıplaklığıyla izleyiciye aktarabilmek. Kendi yaşamadığınız, hissetmediğiniz bir duyguyu yansıtmak zor. Daha gerçekçi olabilmek için bazı işkence sahnelerinde gerçekten şiddet uygulandığı oldu. Saatlerce boş koğuşlarda zaman geçirdik.
Diğer 12 Eylül filmlerinden farkı nedir?
Çok sert ve keskin hatlarının olması. Elimizden geldiği kadar sade ve tarafsız anlatmaya çalıştık. İşkence sahneleri konusunda uyarmak istiyorum. O kadar gerçekçi oldu ki izlediğinizde görüp şaşıracaksınız.
O dönemi yaşayan farklı görüşte biri filmi izlediğinde ne hisseder?
Bu a ya da b kişisinin ne düşündüğünü anlatan bir film değil, öncelikle onu belirteyim. Biz burada aslında insanlıkla ilgili bir şeyden bahsediyoruz. Buradaki öz insan olmakla ilgili ki, bu filmi izleyen herkesin çok duygulanacağından eminim.
Bu tarz filmlerde yönetmenin dünya görüşü, ana fikri çok etkiliyor. Genelde sol düşünceden yönetmenler sağcıları pek olumlu resmetmez. Sizde durum nasıl?
Ben buna sağ-sol diye bakamam. Genel kanı bu, doğru. Siz bir sağcı gördünüz mü solcuyu tarafsızca anlatan? Ya da tam tersi! Peki, doğrusu hangisi? Bunu bütün insanî; duyguları olan insanlara sormak lazım. Bu filmi izleyenler dönemle ilgili aslında bugünden çok farklı olmayan şeyler görecek. Yıllar geçse de Türkiye'de ne yazık ki bazı şeylerin değişmediğine tanık olacaklar. Hak-hukuk yine yerlerde, insanlık deseniz sanki hiç var olmamış gibi. Nasıl bugün onlarca insanın sebepsiz yere onuru, gururu ayaklar altına alınıyorsa, ailesinden, sevdiklerinden uzak hapislerde çürümeye mahkûm ediliyorsa geçmişte de aynı şeylerin yaşandığını göreceğiz.
Önceki filmlere bakarsak, yönetmenlerin ideolojilerden arınarak 12 Eylül'ü anlattığını düşünüyor musunuz?
Herkesin dünyaya baktığı bir pencere vardır ve olayları, durumları kendi süzgecinizden geçirerek yorumlarsınız. Ben tarafsız bakıyorum diyenler varsa bile inanmıyorum. Hele ki sizin içinizde bir yerlere dokunuyorsa tarafsız olmak çok zordur.